1 - Küllî ve Cüz\'î irade ne demektir, açıklar mısınız?
Irade: istemek, dilemek, seçmek, iki veya daha çok alternatiflerden birine karar vermek demektir.
Allahu Teala\'nın "irade" sıfatı vardır. Allahu Teala\'nın iradesi demek, Allah\'ın, mümkinattan her birini, sonsuz hallerden ve vakitlerden birine tayin ve tahsis buyurması demektir.
Burada geçen "mümkinat" tan maksat, OLMASINI veya olmamasını, varlığını veya yokluğunu aklın caiz gördüğü şeylerdir. İşte bu şeylerin varlığına veya Yokluğuna, olmasına veya olmamasına karar vermek Allahu Teala\'nın iradesini ilgilendiren bir husustur; buna karar vermek Allah\'ın işidir. Bu kararın kaynağı da Allah\'ın "irade" sıfatıdır. Bu iradeye "irade-i ilahiyye = ilahi irade" denir.
Bir de Allah\'ın kullarına verdiği bir "irade" vardır ki, kul, kendisini ilgilendiren, kendi yaptığı işlerde bu iradesini kullanarak karar verir. Işte irade-i külliyye ve irade-i cüz\'iyye terimleri, kula ait olan bu irade ile ilgilidir. Şöyle ki:
Kulda bi\'l-kuvve mevcut olan irade gücüne "küllî irade" denir. Bu irade kullanılmaya hazır olan, ancak henüz Kullanılmayan "potansiyel irade" demektir. Bu durumdaki iradenin herhangi bir Olaya yönelme, herhangi bir şeyin olmasına veya olmamasına karar verme gibi bir işlevi yoktur; yani bu irade, insanın fiilen kullanmadığı bir iradedir. Dolayısıyla insan, kullanmadığı böyle bir iradeden sorumlu da değildir.
Cüz\'î irade ise, küllî iradenin, başka bir ifade ile irade gücünün kullanılmasıdır; yani herhangi bir şeyin yapılması veya yapılmaması şıklarından birinin tercihidir. İşte insanı sorumlu kılan, bu iradedir. Şayet insan küllî iradesini, cüz\'î irade haline getirirse, yani, irade gücünü kullanarak herhangi bir şeye karar verirse ve verdiği bu kararın gereğini yaparsa, işte insan bu yaptığından dolayı sevap veya günah kazanır; yaptığı Allah\'ın rızasına uygunsa mükafat görür; değilse ceza görür.
Bir de bu terimlere benzer "kudret-i külliyye" "kudret-i cüz\'iyye" terimleri vardır ve bunlar da insandaki "kudret" sıfatıyla ilgilidir ve. Bunlardan "kudret-i külliyye" insandaki potansiyel kudret sıfatını, yani bu sıfatın herhangi bir Olaya yönelmemiş, ortaya çıkmamış halini, kudret-i cüz\'iyye de bu kudret sıfatının herhangi bir olayda kullanılma durumunu ifade eder.
2 - Ecel nedir? Ömür kısalır ya da uzar mı?
Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir şeyin müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu anlamındadır. Daha sonra bu kelime insan Ömrünün sonu anlamında kullanılmış ve bu manada meşhur olmuştur. Ecel hayatın son bulması ve ölümün gerçekleştiği zamandır. Bu anlamı ile her canlı için tek bir ecel vardır. Bu ecel Allah\'ın kaza ve takdiriyle olup, asla değişmez. Belirlenen ecel, vaktinden ne önce gelebilir ne de o vakitten sonraya kalabilir. Bu hususla ilgili Kur\'an-ı Kerim\'de şöyle buyrulmaktadır. "Her ümmetin takdir edilmiş bir eceli vardır.
Ecelleri Geldiği zaman ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler. "(Yunus Suresi, ayet: 49)
Ehli Sünnetin görüşüne göre öldürülen kişi kendi eceliyle olmustur. Katilin öldürmesi ile o kişinin eceli değişmiş ve ömrü kısalmış olmaz. Ecel, hayatın tereddütsüz ve kesin olarak son bulduğu zamandır. KATILIN mes\'ul olması, Allah\'ın kesin olarak yasakladığı cana kıyma yasağını işlemiş olmasındandır.
3 - Son nefeste yapılan tevbe makbul müdür?
Bütün günahlardan tevbe etmek ve tevbeyi geciktirmemek gerekir. Fakat tevbe kapısı, boğaza kadar açıktır gelinceye olabilir. Bu konuda Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz: "Bir kul" buyurmuşlardır başlamadıkça Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder çekişmeye olabilir. Bu hadis-i şerif, ruhu boğazına gelmeden, Aksi takdirde boğaza, hayattan ümit kesilip ahiret ahvalinin, yapılan tevbe ise geçerli değildir görülmeğe başlandığı zaman gelip olabilir kabul olunacağını bildirmektedır başlamadan kulun tevbesinin çekişmeye olabilir. Bu hususta Allahü teâlâ Kur\'an-ı Kerim\'de şöyle buyurmaktadır: "Kötülükleri yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca:" Ben şimdi tevbe ettim "diyenler ile kafir olarak ölünler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acıklı bir azap hazırladık . " (Nisa, 18)
4 - Tecdidi iman ve nikah ne zaman lazımdır?
Dinden olduğu kesinlikle bilinen şeylerden birini inkar veya dini hükümleri alaya almak; dine, imana sövmek ... gibi küfrü gerektiren söz ve davranışlarda bulunmadıkça "tecdid-i iman ve tecdid-i nikah" gerekmez.
Bir Müslüman, Allah Korusun, küfrü gerektiren bir davranışta bulunursa, tevbe istiğfar ederek imanını ve evli ise nikahını Yenilemesi gerekir.
5 - Şefaat var mıdır? Nerede ve nasıl olacaktır?
Şefaat, suçlu veya Yardıma muhtaç veya iyiliğe layık olanlar hakkında af, iyilik ve lutuf ricasında bulunmak demektir.
Ahirette şefaatın varlığı, ayet ve tevatüre varan sahih hadis-i şeriflerle sabittir. (El-Bakara, 123; Taha, 109; Sebe, 23; Gafir, 18; Muharnmed, 19; Müddessir, 48 ve daha bazı ayetler.)
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz\'in kıyamet gününde, bütün mahşer halkinin, mahşer yerinin şiddet ve dehşetinden kurtulması ve bir an evvel Hesabın kolayca görülmesi için büyük ve umumi şefaatı vardır. Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz\'in bu büyük şefaatından başka, azabı haketmiş bazı mü\'minlerin cehennemden kurtulması, bazı mü\'minlerin hesaba çekilmeden cennete girmesi, cennete giren mü\'minlerin derecelerinin Yükseltilmesi gibi şefaatleri de olacaktır. Bu şefaatlardan en fazla istifade edeceklerin de kamil ve Muhlis mü\'minler olduğunda şüphe yoktur.
Mahşerden sonra da her peygambere Cenab-ı Hak tarafından kendi ümmeti hakkında şefaat izni verileceği gibi şehitlerin ve salih kiþilerin de şefaat etmelerine izin verilecektir. Fiilen cehenneme girmiş günahkarların cehennemden çıkarılması için Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz\'in şefaatı olacağı gibi bazı ehl-i cennetin de şefaatleri olacaktır.
6 - İslam\'ın bazı şartlarını yerine getirmeyene kafir denir mi?
Ehl-i Sünnet inancına göre, amel imandan cüz değildir. Bu itibarla, dinden olduğu kesinlikle bilinen hükümlerin aslını inkar etmemek şartı ile, bir kimsenin dini hükümlere riayet etmemesi, onu din sınırları dışına çıkarmasa da şüphesiz, dinin emir ve yasaklarına uymayan bu kişi günahkar olur. Günahı karşılığında tevbe etmez veya Allah Teâlâ meccanen affetmezse cezasını çeker.
7 - Kabir azabı var mıdır? Nasıl izah edile-bilir? Öldükten sonra ruhun durumu?
Kabir azabı vardır ve haktır. Buna Delalet eden ayetler olduğu gibi tevatür derecesine varan hadis-i Şerifler de vardır. (İbrahim Suresi, 27; Taha Suresi, 24; Mü\'min Suresi, 46)
. Kabir hayatı ve kabir azabı sözü ile, cesedin defnedildiği yer ve bu yerde gördüğü azab kasdedilmez. Bundan maksat, ölümden sonra mahşerde tekrar dirilişe kadar geçecek zaman içindeki mutlu bir hayat veya azaptır. Her ölü, ister bir kabre defnedilsin, ister denizlerin derinliklerinde kaybolup gitsin, isterse hayvanlar tarafından parçalanıp yenilsin, ya içinde olacak veya azab görecektir nimetler mut\'aka. Kafirler ve asi olan bazı mü\'minler azab görecekler; salih mü\'minler ise Allah Teala\'nın dilediği şekilde nimet içinde bulunacaklardır. Bu hususta Kur\'an-ı Kerim\'de "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah\'ın lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile Sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar." (Al-i imran, 169) ayeti ile Nuh kavmi hakkındaki: "Onlar, günahları yüzünden suda, ardından da ateşe sokuldular boğuldular ..." (Nuh Suresi, 25) anlamındaki ayetler birer delil teşkil etmektedir. Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz de; "Kabir ya bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur" diye buyurmuşlardır bir cennet bahçelerinden.
Kabir azabı hem ruha, hem de her ikisine beraber yapılacaktır cesede. Çünkü ölen insanın ruhunun, kabirdeki cesediyle ilişkili olacağı sahih hadîslerde belirtilmektedir. Nitekim insanın uyku halinde gördüğü güzel veya korkunç rüyalar bunu açıklamaktadır. Insan Korkulu rüya görünce elem; İyi rüya görünce de zevk duyuyor. Halbuki bu acı veya tatlı rüyayı görenlerin yanında bulunanlar, onların ne acılarına ve ne de zevklerine muttali olabiliyorlar. İşte bunun gibi ölüler de kabirlerinde ya büyük bir neşe ve zevk içindedirler, ya da çeşit çeşit azaplara maruz kalıyorlar. Fakat biz onların bu hallerine muttali olamıyoruz.
8 - Sürekli olarak kocasının ağzına küfreden bir kadının dini nikahı ne olur?
Insan, "Eşref-i mahlukat", yani yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılmıştır. Dinimiz, insanların hem maddi, hem manevi yapısına tecavüz etmeyi günah saymıştır. Cenab-ı Hak Kur\'an-ı Kerim\'de insana verdiği nimetleri sayarken: "Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi?" (El-Beled, 8, 9, 10) buyurarak, bu uzuvların önemini belirtmiştir. Bu itibarla insana ve onun uzuvlarına yakışıksız sözlerle hakaret etmek, büyük vebali muciptir. .
Islam alimleri Müslümanların ağzı şehadet kelimesinin mahalli olması itibariyle, Müslümanın ağzına söven kişinin imanla ilişkisinin kesileceğini, hemen tevbe edip imanını yenilemesini ve kelime-i şehadeti getirmesi gerektiğini söylemişlerdir. (Bkz. Damad C. l, s. 705) Şüphesiz bu durum, niyet ve maksada göre değişir. Niyet, kişinin dinine imanına sövmek olmadığı takdirde, küfür de söz konusu olmaz. Bu takdirde nikaha da bir zarar gelmez. Şüphesiz, maksat, dine ve imana sövmek olmasa da, bu tür çirkin sözler söylemenin vebali ağırdır.
9 - Avrupa\'da işçi olabilmek için, Müslüman olmadıgını söyleyen bir Müslüman dinden çıkar mı?
Bir zaruret olmadıkça küfrü yani dinden çıkmayı gerektiren ifadelerin telaffuzu halinde dinden çıkılmış olur. Bu şekilde dinden çıkan kişinin, dini hükümlere göre, Eşiyle aralarındaki nikah bagi da kopar.
Ancak, zorlanarak küfrü gerektiren sözleri söylemek zorunda kalan kişiler, bu hükmün dışındadırlar. Nitekim Kur\'an-ı Kerim Nahl Suresi 106. ayetinde: "İmandan sonra Allah\'a karşı Küfre saparak,-kalbi imanla mutmain olduğu halde zorlananlar hariç-, Küfre sinesini açan kimseler üstüne muhakkak ki, Allah\'tan bir gazap iner ve kendilerine büyük bir azap vardır" buyurulmuştur.
Ayetin manasıyla uyum içinde olan bir hadisinde Peygamber (SAV): "Ümmetimden hata ve unutmak veya zorlama sonucu vuku bulacak günahlar affolunmuştur" buyurmuştur.
Ayetten ve hadisten anlaşılan, küfrü gerektiren sözlerin isteyerek bilinçle söylenmesi halinde dinden çıkılacağı, ancak, kalbi imanla dolu olduğu halde zor ve baskı sonucu bu tür sözleri söyleyenin dinden çıkmayacağıdır.
Zorlama, Fıkıh dilinde: Bir kimseyi tehdit ve korkutma ile rızası olmaksızın bir sözü söylemeye veya bir işi işlemeye mecbur bırakmaktır. Zorla-yanın, o işi yaptırmaya Muktedir olması da şart koşulmuştur.
Avrupa\'da işçi olabilmek maksadıyle, Müslüman olmadıgını söylemekte zorlama ile ilgili hükümler mevcut olmadığından bu sözlerin söylenmesi caiz değildir. Zira bu kişi kendi irade ve seçeneğiyle bu sözleri söylediğinden imanı hafife atmış ve böylece dinden çıkmış olur.
10 - Tevbesi olmayan günah var mıdır?
Islam, itikad, ibadet ve muamelattan oluşur. İtikat kısmının ihlali küfrü, diğerlerinin ihlali ise günahı gerektirir.
Kişi kafir olmadıkça günah işlemekle dinden çıkmaz. Küfür dışında günah işleyen kişi, ne kafir ne de münafık olur, imandan çıkmaz. Bu nedenle tevbesi olmayan günah yoktur. Cenab-ı Allah, "Ey iman edenler, samimi bir tevbe ile Allah\'a dönün" (Tahrim, 66 / 8) buyurarak günah işledikleri halde kişilere iman kelimesiyle hitap etmiştir. Ancak, haramları ve helalları yalanlayıp inkar etmemek gerekir.
Tevbe etmekle kul hakkının sorumluluğundan kurtulunmaz. Bunun için hak sahibinin hakkını ödemek ve helallaşmak gerekir.
11 - Hangi suçlar büyük günahlardandır?
Çeşitli Hadis-i şeriflerde Anaya-babaya asi olmak, yalan yere şahitlik yapmak, yalan yere yemin etmek, Haksız yere adam öldürmek, cephe-den kaçmak, sihirbazlık yapmak, yetim malı yemek, içki içmek ve peygamberin (SAV) söylemediğini ona isnad etmek gibi günahlar büyük günahlardan sayılmıştır. Bazı alimler bu tür büyük günahların kırk\'a kadar ulaşacağını beyan etmişlerdir.
Ehli sünnetin görüşüne göre, ister büyük, ister küçük olsun, günah ve masiyet, Allah\'a sirk koşulmadıkça kişiyi imandan çıkarmaz. Bu günahları isteyenlerin affedilmesi Allah\'ın meşietine bağlıdır. Diterse Affeder veya Suçları kadar ceza gördükten sonra cennete girerler. Bu günahları Islerken ölenler, haramları helal, haram helalları İtikat etmedilerse büyük günah işlemiş olurlar; fakat dinden çıkmazlar.
12 - Gaybten haber vermek, ve olacaktan Gelecekten haber vermek doğru mudur?
Gaybı Allah\'tan başka kimse bilmez. Nitekim Kur\'an-ı Kerim\'de mealen: "De ki: Göklerde ve yerde, Allah\'tan başka kimse gaybı bilmez ..." (Nemi: 65) buyurulmuştur. Resul-i Ekrem (SAV) Efendimiz de: "Kahin ve falcıya (gaybten haber veren kişiye) inanan kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz" (Riyazü\'s-Salihin Tercemesi, 3 / 219, Hadis No: 1701) "Ona inanan kişi bana indirileni ( kitabı ve vahyi) inkar etmiş olur "(Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 21 429 ve 4 / 66) buyurmuştur. Bu itibarla çeşitli akıl dışı işlemlerle gelecekteki olaylar hakkında olumlu veya olumsuz haber vermek iddiasına kalkışmak ve bunlara inanmak haramdır.
13 - Çocuk iken ölen Müslüman çocukları ile gayri Müslim çocukları ahirette aynı durumda mıdırlar?
İnsan dünyada hakiki şahsiyeti haiz olabilmek için bir takım dönemlerden geçmektedir. İnsan sağ olarak doğmakla dünyadaki şahsiyeti başlar. Sonra hak edinme ve bu haklardan istifade etme ehliyetini elde eder. Pas yaşına erince Allah\'a iman ve dini hükümlere uymak ve uygulamakla yükümlü olur. Ancak, büluğ yani teklif çağına gelmeden vefat eden çocuklar, günahsız sayıldıklarından dolayı ahirette sual olunmazlar ve cennete girerler. Gayri Müslim çocukları konusunda İslam bilginleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Doğru olan, bunların da Müslümanların çocukları hükmünde olmalarıdır. Zira onlar da İslam fıtratı üzerine doğmuş olup, erginlik çağına gelmeden öldükleri için günahsızdırlar. Bu yüzden onlar da kabir sualinden Muaf olup, cennete girerler. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: "Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Ancak anne ve babası daha sonra kendi durumlarına göre onları ya Yahudi, ya Hıristiyan, ya da Mecusi yaparlar."
14 - Hıristiyan ve Yahudilerin mü\'minleri cennete girecek mi?
Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz\'in peygamber olarak gönderilmesinden sonra, bütün insanların ve bilhassa Yahudi ve Hıristiyanların kendi dini kitapları gereğince Hz. Muhammed (SAV) \'in Peygamberliğini TASDİK edip İslam\'ı kabul etmeleri gerekir. Aksi takdirde kendi kitaplarını, dinlerini de inkar etmiş olurlar. Bu itibarla Allah\'ın birliğine, Hz. Muhammed (SAV) \'in O\'nun kulu ve Elçisi olduğuna ve Kur\'an-ı Kerim\'deki bütün esaslara, olduğu gibi iman etmeyen hiç bir kimse İslam inancına göre cennete giremez.
15 - Büyük ve küçük günahlar hangileridir? Bunlar nasıl affolunurlar?
Küçük ve büyük günahların mahiyeti ve büyük günahların sayısı konusunda, İslam bilginleri arasında görüş ayrılıkları vardır. Bazı Bilginler, Ayet-i Kerime ve Hadis-i şeriflerde, büyük suç olduğu beyan edilen fiiller büyük günahtır, demişlerdir.-Bazı Bilginler ise, ayet ve hadis-i şeriflerde (namaz kılmamak, Zekat vermemek gibi) hakkında tehdit ve azap bildirilen şeyler büyük günahlardandır, demişlerdir. Bir Hadis-i şerifte ise, tevbe edilmeyip, ısrarla işlenen küçük günahların da büyük günaha dönüşeceği, ifade buyrulmuştur. Gerçek şu ki;
büyük ve küçük günah izafi terimlerdir. Nitekim sevaplar da böyledir. Daha büyüğü ile karşılaştırılan her şey küçüktür. Daha küçüğü ile karşılaştırılan bir şey ise, karşılaştırıldığı şeye göre büyüktür. Bu itibarla aynı günah, kendinden küçüğü ile mukayese edilirse, büyük sayılır; kendisinden büyüğü ile mukayese edilince de küçük olur. Mutlak ve en büyük günah, sirk ve küfürdür. Ondan büyük günah yoktur. Hadis-i şeriflerde büyük olduğu belirtilen günahlar: Allah\'a sirk koşmak, cana kıymak, sihir yapmak, faizcilik yapmak, yetim malı yemek, zina yapmak, yalan
olarak zina suçlamasında bulunmak, savaştan kaçmak, hırsızlık yapmak, içki kullanmak, yalancı şahitlik yapmak, yalan yere yemin etmek, başka-sının malını gasbetmek ... gibi tiil ve davranışlardır. Büyük günahlardan dolayı Allah affetmez ise kul azap görür. Küçük günahlardan dolayı da kulun azap görmesi ehli sünnet görüşüne göre caiz görülmüştür.
Allah\'a sirk koşmak dışındaki tüm günahların şartlarına uygun olarak tevbe edilmesi halinde affedileceği bildirilmiştir. Bu konuda Kur\'an-ı Kerim\'de şöyle buyrulmuştur:
"Allah\'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahlan Bağışlar." (Zümer, 53).
"Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan Kaçı-nırsanız sizin, küçük günahlarınızı örteriz ve sizi Şerefli bir yere sokarız." (Nisa, 31)
16 - Madem ki Hz. İsa sağdır, İncil de haktır, o halde yeni bir peygambere ihtiyaç var mıydı?
Allahü teâlâ Kur\'an-ı Kerim\'de \'Ve Allah Elçisi Meryem oğlu İsa\'yı öldürdük "demeleri yüzünden (onları lanetledik). Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar; (öldürdükleri kişi) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa fakat düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta Zanna uymak dışında hiç bir sağlam bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah onu (isa\'yı) kendi Katina yükseltti. Allah ve izzet ve hikmet sahibidir. " (Nisa, 157-158) buyurmak suretiyle Hz. İsa\'yı Kendi Katina yükselterek yahudilerin onu öldüremediklerini beyan buyurmaktadır. Görüldüğü üzere, ayet-i kerimede Hz. İsa\'nın sağ olduğu söylenmiyor, Onu Yahudilerin öldüremediği belirtiliyor.
İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre Allahü teâlâ onu manevi semalardaki özel yerine yükseltmiştir. Bazı İslam bilginlerine göre ise Allahü teâlâ onu yahudilerden korumuş, yahudiler onu öldürememiş, fakat eceli gelip vefat ettirmiş ve ruhunu refetmiştir. Bu itibarla Hz. İsa\'yı, bedenen veya ruhen Allah kendi Katina yükseltmiştir.
Biz Müslümanlar Allah\'ın peygamberlerine ve onlara indirilen suhuf ve kitapların hepsine inanırız. Allah\'ın peygamberlerine gönderdiği kitaplar dört tanedir, bunlar Hz. Musa\'ya indirilen Tevrat, Hz. Davud\'a indirilen Zebur, Hz. İsa\'ya indirilen İncil ve son peygamber Hz. Muhammed\'e indirilen Kur\'an-ı Kerim\'dir.
Ancak, Hz. Peygamber\'den önceki peygamberler ve kendilerine indirilen kitaplar belli ve hususi bir kavme ve belirli bir zaman için gönderilmişlerdir. Bu itibarla bu kitapların hükümleri de belirli kavim ve muayyen bir zaman için geçerlidir. Hz. Peygamber\'in peygamberliği ise hususi olma yip umumidir. Bütün insanlığa gönderilmiştir. Tebliğ etmiş olduğu dinin hükümleri, umumi ve kıyamete kadar devam edecektir. Bu itibarla Hz. Peygamber\'in din ve şeriatı, kendisinden evvel geçen şeriatlerin Tevrat ve İncil\'in hükümlerini kaldırmıştır. Ayrıca bugün elde bulunan Tevrat, İncil, indirildiği şekliyle muhafaza edilmiş değildir. Halen Hıristiyanların elinde bulunan ve "Ahd-i Cedid" adını taşıyan kitaplar, Hz. İsa\'ya Allah tarafından indirilen İncil değildir. Bu Ahd-i Cedid Mecmuası içinde yazarların isimlerine göre adlandırılan dört incil vardır. Bunlar, Hz. İsa\'dan en aşağı yarım Asır sonra yazılmıştır ve muhtevaları da birbirinden farklıdır. Bu itibarla; bugün elde bulunan Tevrat, İncil ve Zebur\'u Allah\'ın peygamberlerine indirdiği ilahi kitaplar olarak kabul edemeyiz. Avrupalı yazar ve ilim adamlarının ileri gelenleri de bu kitapların asıl Mukaddes ve ilahi kitaplar olmadıgını itiraf etmektedirler. Semavi kitaplar içinde her Yönden tağyir ve tahriften uzak, indiği gibi muhafaza edilen ve kıyamete kadar da Muhafazası Allahü teâlâ tarafından garanti altına alınmış olan yegane ilahi kitap, Kur\'an-ı Kerim\'dir.
17 - İslam\'da büyü var mıdır? Varsa nasıl korunmalıyız?
Büyü veya sihir, bir takım acaip işler vasıtasıyla, başkaları üzerinde tesirler meydana getirmektir. Sihrin gözbağcılık denilen gerçek olmayan çeşitleri yanında, gerçek netice ve etkileri olan çeşitleri de vardır.
Ancak,, mahiyeti ve nasıl etki yaptığı bilinememektedir. Islam dini, sihri inkar etmemiş;
fakat itikadı bozduğu, inancına zarar verdiği, kötüye kullanıldığı ve kontrolü mümkün olmadığı için yasaklamıştır tevhid. Kur\'an-ı Kerim\'de: "Sihir-Bazin Felah bulmayacağı" (Taha, 69) beyan buyurulmuştur. Sihir ve büyüye karşı korunmak için, Allah\'a sığınmak ve muavvizeteyn denilen Felak ve Nas sürelerini okumak tavsiye edilir.
18 - Falcılık nedir? Falcıya inanmak caiz midir?
İnsanın güzel bir olayla veya sözle karşılaştığında iyimserliğe; kötü bir hal ile karşılaştığında ise kötümserliğe kapılması, yaratılıştan gelen Fitri bir hadisedir. Ancak, iyimserlik ve kötümserliğe kapılarak bu gibi hallerin tesiri altında kalmak kişiyi evhama sevk edeceğinden kötü sonuçlar doğurabilir.
Arapçadaki "FEL" kökünden olan fal sözcüğü iyimserlik ve iyiye yorma manasına gelmektedir. Hayırlı ve hayra teşvik edici sözler de bu Kabil-dendir. Bu manadaki fal için Peygamberimiz:
"İslam\'da Uğursuzluk yoktur. Ancak fal\'ı (iyi sözü) beğenmekteyim" buyurmuştur. Görüldüğü üzere bir şeyi uğursuz saymak onun etkisinde kalmak Yersiz ve dayanaksızdır. Bilakis ümitvar olmak Allah\'a güvenip O\'ndan güç alarak hayatımızı deðerlendirmek her Müslümanın görevidir.
Günümüzde halk arasında fai diye ifade edilen ve kahve fincanı veya bir takım şeylere bakarak kişinin geleceği ile ilgili hususlarda hükümler çıkarmak yanlıştır, Dinimizde yeri yoktur.
Günümüzdeki manası ile fal, cahiliyet döneminde müşriklerin uyguladıkları oklarla nasibini tespit etmek ve gelecekle ilgili bilgiler aktarmaktır ki, bunu yapmak ve ona inanmak dinen caiz değildir.
19 - Mezhepler niçin ortaya çıkmıştır? Bunlarsız olmaz mı?
Mezhep; gidilecek yol, benimsenen metod, Usui ve görüş demektir. Dinde mezhep, herhangi bir İslam müctehidinin Kur\'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden ilmi metodlarla çıkardığı hükümlerdir.
Her Müslümanın dini meseleleri Doğrudan doğruya asıl kaynak olan Kur\'an-ı Kerim ve sünnetten öğrenmesi mümkün değildir. Bunu ancak kendilerini dini ilimlere verip, İhtisas sahibi olan müctehid Bilginler yapabilirler. Bundan dolayı halk, bölgelerinde Yetişen bu müctehid bilginleri açıklamalarını, görüşlerini benimseyip onlara uymuşlardır. Bir müctehidin, geniş halk tabakaları tarafından benimsenince ve açıklamaları ictihad. kendiliğinden o bilginin adıyla bir Fıkıh mezhebi ortaya çıkmış oluyor. Sahabeden sonra, Tabiîler ve onlardan sonra gelen devirlerde bir çok yetişmiş ve böylece bir çok Fıkıh mezhepleri ortaya çıkmıştır müctehid imamlar. Fakat zamanla bu mezheplerin çoğunun Mensubu kalmamış ancak dört mezhep hükümlerinin uygulaması devam edegelmiştir.
20 - Müslüman birisinin mutlaka bir tarikata girmesi "" bir "emir\'e şeyh\'e" biat etmesi şart mıdır?
Bu hususu açıklar mısınız?
Tarikat, hakka ermek için tutulan bir takım kuralları ve zikir yöntemleri bulunan yol anlamınadır. Bu alanla ilgilenen Müslümanlara saflık ve duruluk anlamına gelen sufi denile gelmiştir. İlk sufiler kendilerinden tecrübeli ve yaşlı üstadlardan geniş ölçüde faydalanmakla beraber, belli bir tarikat kurmamışlardır. Görüşlerini ve manevi tecrübelerini sohbet yoluyla çevrelerinde toplananlara aktara gelmişlerdir.
Tarikatlar 6-7. Asırlarda ortaya çıkmış, zamanla kurumsallaşmışlardır. Tarikatlarda herkes kendi meşrebine, ruh yapısına, dünya görüşüne ve manevi zevkine göre bir yol tutar.
Bir tarikata intisab etmek gerekli midir?
Insan, dini ve hukuki emirlere karşı mükellef olabilmesi için bir kaç devreden geçer. Bu Devreler, cenin, çocukluk, Temyiz yaşı devreleridir rüşd ve. Buluğ çağına eren olan Reşid ve ona Müslüman dini mükellefiyetlerine hiç aracı olmadan kendisi muhatap olur. Zira dini nasslar mükellef bulunan her Müslümana dolaysız olarak yöneliktir. Bu manadan olmak üzere Peygamberimiz (SAV) İslam\'da ruhbanlığın olmadıgını bildirmiştir.
Allah Peygamberimize dini insanlara iletme, Tebliğ etme ve öğretme görevi vermiş, kulların iman edip etmemelerinin bile onun yetkisinde olmadıgını bildirmiştir. Din bilginleri, tebliğciler, şeyhler ve bu yolda emek verenlerin rolü de, dini ve Güzel Ahlakı öğretmek ve Müslümanlara bu alanda kılavuz olmaktan ileri geçmez.
Kendisini şeyh olarak sunan kişi, etrafındaki Müslümanlara dini doğru şekilde öğretmeli, kendisinin ancak dini Öğreten Tebliğ eden ve çevresindekilere yardımcı olan bir kişi olarak bildirmelidir. Bu faaliyetlerinde rehberi ve önderi Kitap ve sahih sünnet olmalıdır. Bu iki kaynağa ters düşen gelişmelere sebebiyet vermemelidir.
Son yýllarda tarikat adına meydana gelen dinin tasvip etmediği gelişmelere çokça rastlamak mümkündür. Bu gelişmeleri gözönünde bulundurarak şunları söylemek gereklidir.
Tarikat uygun tanımıyla alim ve kamil bir mürşidin denetiminde ibadet ve zikir yoluna koyularak İslam\'da tevhid hakikatine ulaşmak için tutulan Kulluk çizgisidir. Tarikat imamları kendi adlarına birer tarikat kurmamışlar bu çalışmalarını guruplaşmalara götürecek bir faaliyet olarak da sunmamışlardır. Ancak, kendilerinden sonra gelen müridler o imamların Suluk ettikleri yoldan gittiklerinden bu yol o imamlara (şeyh) Nisbet edilmiştir. Bu itibarla, Müslüman için asıl olan, inanmak, ibadet ve muamelat esaslarını ihtiva eden ve Allah tarafından peygambere vahyedilerek insanlara bildirilen hükümlerin tümüne bağlı kalmaktır. Hiçbir Müslümanın herhangi bir tarikate girmek gibi bir dini Yükümlülüğü yoktur.
21 - İslam\'da rabıta var mıdır? İzah eder misiniz?
Rabıta Arapça "Rabata" kökünden türemiştir. Müslümanların birbirlerine bağlılığını, Allah yolunda sabretmelerini ve bekçilik yapmalarını ifade eder. Daha sonra İslam ülkesi sınırlarında bekleyenlere;
gerek süvari ve gerek piyade olsun, genellikle "murabıt" adı verilmiştir. Fıkıh terminolojisinde, "murabıt" Allah yolunda silah altında bulunan, Kışla ve karakollarda duran, nöbet bekleyen askerler demektir. Hz. Peygamber (S.A.V.) bu manada;
"Allah yolunda bir gün nöbet beklemek, dünya ve içindekilerden hayırlıdır" buyurmuştur.
Bu kelime ile ilgili mana ve yorumlar böyle iken, bazı Mutasavvıflar onu değişik manalarda kullanmışlardır. Onlara göre Ribat veya rabıta: Müridin kalben şeyhi ile beraber olması, bağlantı kurması, yani manevi birlikteliktir.
Müridin kendine şeyh olarak seçtiği kişiyi yüceltip onun şahsını gönlünde tasavvur edip tazim etmekten ibarettir ki, bazı müridler yeterli temel dini bilgiden mahrum oldukları için bu konuda aşırılığa da düşebilmektedir.
Meşayih\'in ruhlarından yardım ve medet ummak, onların, menfaatı temin edecek, mazarratları defedecek güçte olduklarına, gaybı bildiklerine inanmak, insanın dünya ve ahiret işlerinde bir takım tasarrufta bulunabileceklerini zannetmek yanlıştır. Bunların kabirlerini aynı inançla ziyaret edip onlara kurban adamak da dinen tehlikeli bir davranıştır.
Alimleri, faziletli insanları, Allah dostlarını sevmek, ilim öğrendiği kişilere karşı saygılı olmak bir Müslümandan beklenilen bir davranıştır.
Ancak, Allah\'dan beklenilmesi gerekeni-kim olursa olsun-başkalarından beklemek dinimizin tevhid Ruhuna aykırıdır. Bu anlamda rabrta, insanı Sirke kadar götürebilir.
22 - Peygambere "vahy" gelir derler "vahy" ne demektir?
Arapçada süratle işaret etmek, bir işte sürat göstermek, yazı yazmak, elçi göndermek, gizlice bir şey söylemek gibi lügat manası taşıyan vahyin dini manası: Allah\'ın, ilim ve Hidayet türünden kullarının bilmesini istediği hususları seçtiği elçilerine Gayrı mu\'tad ve gizli yöntemle bildirmesi demektir.
Allah\'ın Peygamberlerine vasıtasız veya melek-ler araciligiyla öğütlerini, emir ve yasaklarını bildirmesine vahy denir. Allah\'ın meleklerine hitabına da vahy denir. "Rabbin meleklere, şüphesiz ben sizinle beraberim, iman edenlere Sebat telkin edin, diye vahyediyordu ..."( Enfal, 12)
Kur\'an\'a göre vahyin muhatabi Peygamberlerdir. "Öncekiler gibi seni de, kendilerinden evvel nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmete sana vahyettiklerimizi onlara okuman için gönderdik." (Ra\'d, 30)
Vahyin bir çok kısımları vardır:
a-Allah\'ın, aracı olmadan, vahy etmesi Peygambere
b-Elçisinin kalbine ulaştırmak istediği bilgileri ilham yoluyla iletmesi,
c-Sadık rü\'ya şekli,
d-Vahy Meleği (Cebrail) vasıtasıyla vahyin Geliş şekli bunlardandır.
Vahy getiren melek, Peygamber (SAV) \'e bazen kendi gerçek görüntüsüyle, bazen insan suretinde, gelmekteydi.
Kur\'an-ı Kerim, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla peygamberimize gönderilen Allah Kelamıdır.
"Onlara de ki: Size. Benim yanımda Allah\'ın Hazineleri var demiyorum. Ben, gaybı bilmem. Size, de demiyorum ben bir meleğim hakikaten. Ben. Bana vahyedilenden başkasına uymam." (En\'am, 50)
"0 gönderilen, vahiyden başka bir şey değildir;
Onu, müthiş kuvvetlere malik, akıl ve fikir bakımından olgun olan Cebrail öğretti ..."( Necm, 4-5)
23 - İlham ne demektir? Kimlere gelir?
İlham kelime olarak lokmayı tutturmak veya yutturmak anlamına gelmektedir. Terim olarak ise, Allah\'ın, kulun kalbine Feyz yoluyla ilka ettiği (koyduğu) bilgi veya özel mana demektir.
Insanın kalbine Allah tarafından ilka edilen manaya "ilham"; Şeytan tarafından ilka edilen tikir ve manaya da "vesvese" denir. Buna göre ilham hayır ve iyilik hissine münhasırdır. Kul bu bilgiyi bir gayret göstermeden elde eder. Gazzali\'ye göre ilham\'ın Allah veya melektir ya kaynağı.
Allah kullarına yönelik sahiplik ve mürşitlik vasfını ya herhangi bir kulunun kalbine bir mana veya fikir ilka ederek veya peygamberlere risalet vermek sureti ile gösterir. Birincisine ilham ikincisine ise vahy denir. Veliler ilhami almaya daha müsaittirler. Zira kalpleri buna önceden hazırlanmıştır. Ilham bu suretle, tefekkür ve istidlal yolu ile değil de, gelen ilham\'ın nasıl, nereden ve niçin geldiğini söylemesine imkan vermeden, ani olarak kesbedilmesi bakımından, ilm-i aklî\'den, ayrılır. Bu, Allah\'ın bir Feyzi olup, vahyden şu bakımlardan ayrılır: Vahy getiren melek peygamber tarafından görülebilir ve vahyde mündemic olan mesajlar bütün beşeriyete aittir. Halbuki ilham yalnızca buna mazhar olan şahsa mahsustur.
İlham, İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre, kendisine ilham vaki olan kişi dışındakiler için, hüccet sayilmaz. Ancak ilham peygamberden Sadir olmuşsa o takdirde hüccet sayılır. Sufilere göre ilham Kimden Sadir olursa olsun hüccettir. \'
Cumhurun gerekçesi şudur: Eğer ilham hüccet kabul edilirse konu zabtu rabt altına alınamaz ve çeşitli tenakuz ve tezatlar yaşanır.
24 - Tenasül uzvundan gelen sıvılar kaç çeşittir? Dini hükümleri nedir?
Tenasül uzvundan gelen sıvılar meni, mezi ve vedi olmak üzere üç çeşittir.
a) Meni: Şehvetle yerinden ayrılıp, şehvetli veya şehvetsiz olarak tenasül uzvundan dışarıya çıkan ve kendine mahsus kokusu olan beyaz renkli koyu bir sıvıdır.
b) mezi: Tenasül uzvunun intişarından sonra, şehvetsiz olarak gelen beyaz renkli ince sıvıya denir.
c) Vedi: Küçük abdestten sonra gelen, Kokusuz, beyazımsı Bulanık yapışkan sıvıdır.
Meni, mezi ve vedi her üçü de necistir. Diğer necasetlerde olduğu gibi, elbiseye bulaşan el ayası kadar olan mikdarı namazın sıhhatine engeldir.
Ancak, mezi ve vedi abdesti bozarsa da gusül yapmayı gerektirmez. Meninin ise şehvetle yerin-den ayrıldıktan sonra, şehvetli veya şehvetsiz olarak dışarıya çıkması ile gusül abdesti gerekir.
26 - Devamlı gözlerden yaş gelmesi abdesti bozar mı?
Gözde bir hastalık olmaksızın, gözden akan yaş abdesti bozmaz. Hastalık sebebiyle olan akıntı abdesti bozar. Bu akıntı devamlı ise, o kişi, sahib-i özür sayılır.
Gözden devamlı gelen yaşın bir hastalık sebebiyle olup olmadığına uzman bir doktor karar verebilir.
-I sahib Özür Sayılan kimse, ona namaz vaktinde abdest alır. Özür dışı sebeplerden dolayı abdesti bozulmadıkça, aynı abdest ile ve aynı vakit içinde, o vakte ait namazdan başka dilediği kadar kaza ve nafile namazları kılabilir. Vaktin çıkması ile özürlünün abdesti bozulur; vakit girdikten sonra, tekrar abdest alır.
27 - İş elbisesi ile namaz kılmak caiz midir?
Namazın şartlarından birisi de necasetten (pislikten) taharettir. Kan, idrar, şarap, Dışkı ve benzeri necasetler, namaz kılacak kişinin ELBI-sesinde, bedeninde ve namaz kılacağı yerde kesinlikle bulunmamalıdır.
Kişinin iş elbisesinde bu tür pislikler yoksa, namazın sıhhati yönünden, temiz hükmündedir. Işin cinsine göre iş elbisesinde bulunan BADANA, boya, madeni yağlar, pas, kir ve benzerleri namazın sıhhatine mani değildir.
Ancak kişi, camiye veya mescide gidecekse temiz elbise giymesi Kur\'an-ı Kerim\'in emridir. ORF, adet ve medeniyet gereği olarak camiye veya cemaate giden kimsenin en güzel elbiselerini giymesi cemaate saygının bir gereğidir. Aksini yapmak hoş değildir. Gerek evde, gerek diğer yerlerde tek başına da olsa namazların temiz ve güzel bir kıyafetle kılınması, şüphesiz daha iyidir.
28 - Sabah NAMAZININ başlangıç ve bitiş vakti ne zamandır?
Fecr-i Sadık yani takvimlerde İmsak vakti olarak gösterilen saatte sabah NAMAZININ vakti girer. Güneşin doğmaya başlaması ile sabah NAMAZININ vakti çıkmış olur. Bu süre içinde kılınmayan namaz kazaya kalmış olur ve kaza niyyetiyle Kılınır. 0 günün sabah namazı öğleden önce kaza edilirse sünnetiyle birlikte kaza edilir.
29 - İmsaktan hemen sonra sabah namazı kılınabilir mi?
İmsak vaktinin girmesi ile yatsı vakti çıkmış, sabah namazı vakti girmiş olur. Bu itibarla İmsak vakti girince (yani Fecr-i sadık denilen tan yerinin ağarması olayı başlayınca) sabah namazı kılınabilir.
30 - Sabah namazı vaktinde KUŞLUK Nasıl Kılınır? Eda mı kaza mı?
Güneşin doğmaya başlaması ile sabah NAMAZININ vakti çıkmış olur. Daha sonra, o gün Öğle vaktinden önce kılınmış da olsa artık o namaz eda değil, kazadır. Ancak Aynı Gün Öğle vaktinden önce kaza edildiği takdirde sabah namazı sünneti ile birlikte kaza edilir. Daha sonra kaza edildiği takdirde artık sünnet kılınmaz.
31 - Hoparlörle ezan okumak, Namazda imama uymak caiz midir?
Hoparlör Sesin kuvvetini artırıcı bir alettir. Hoparlörden çıkan, aksi seda (yankı) değil ses;
Mikrofon başında okuyan veya konuşan kişinin kendi sesidir. Bu itibarla, daha uzaklardan duyulması için ezanın mikrofondan okunmasında; Vaiz, imam ve müezzinin sesinin caminin her tarafından duyulması için camilere hoparlör konulmasında ve cami içinde Imamin hoparlörden duyulan sesine iktida edilmesinde dinen bir sakınca yoktur.
32 - ezanı müteakip okunan ezan Duası imam tarafından okunup cemaat "Amin" dese; caiz mi?
Ezanın sonunda, hem Müezzin, hem de ezanı işitenlerin, salavat-ı şerife okuyup vesile duasında bulunmaları müstehap\'tır. Bunu da kendi başlarına ve kendilerinin işitecekleri seviyede yapmalıdırlar.
Cemaatten birinin yüksek sesle "vesile duasını" okuması cemaatin de "amin" demesinin adet haline getirilmesi bid\'attır. Cemaatin bu duayı ezberlemesi görevlilerce sağlanmalı, bunu bilmeyenlerin başka salat-ü selamları okuyabilecekleri de unutulmamalıdır.
33 - Namazdan sonra beraberce tesbih çekmenin bid\'at olduğunu, tesbihin sünnet olmadığı,
Daha sonra bid\'at olarak ortaya çıktığını söylüyorlar. Siz ne dersiniz?
Namazların sonunda yapılan tesbihat müstehaptır. Cemaatle toplu halde yapılabileceği gibi, tek başına da yapılabilir. Sözkonusu tesbihatın müstehaplığı hadis-i şerifle sabittir.
34 - camiye giren oradakilere selam vermeli midir?
Meşguliyet nedeniyle verilen selamı alma imkanı olmayanlara selam verilmez. Mesela, yemek yiyen, abdest bozan, zikir, tesbih, ezan ve ikametle meşgul bulunanlara, namaz kılanlara, vaaz ve nasihatta bulunanlara ve bunları dinle-yenlere selam vermek mekruhtur.
Bunlardan biriyle meşgul olmayıp, verilen selamı alma imkanı bulunan kimselere, cami içinde de olsa, selam vermekte bir sakınca yoktur.
35 - Namazda herkes imam olabilir mi? İmametin şartları nelerdir?
Cemaatle namaz kılmak erkekler için sünnet-i müekkededir. Cemaatle kılınan namaz, Münferit olarak kılınan namazdan yirmibeş veya yirmiyedi derece efdaldir. Cemaatle namaz kılabilmek için, bir imam gereklidir. İmamlık yapacak kişilerde şu şartlar aranır:
1. Müslüman olması,
2. Akıllı olması,
3. Bulüğ çağına ermiş olması,
4. Erkekolması,
5. Namaz sahih olacak ölçüde Kur\'an-ı Kerim\'i okuyabilmesi,
6. Kekemelik, pepelik, abdest tutamamak gibi, imamlığa engel bir özrünün bulunmaması.
Yukarıdaki nitelikleri taşıyan, her Müslümanın arkasında, namaz kılmak caizdir. Aynı ümmî olanlar birbirlerine İmamlık yapabilirler derecede.
36 - İmama uyan kimse kendi hatası için sehiv Secdesi yapar mı?
Cemaatten birinin imama uyarak kıldığı namaz-da; kendi yaptığı sehvden dolayı ne kendisi ne de İmam için sehiv Secdesi gerekmez.
37 - Cemaat imama, caminin alt, üst ve yan odalarından iktida edebilir mi?
Bir mescidin içerisi ve Avlusu mescid olduğu gibi bitişik müştemilatı, alt ve üst katları da, imama iktida bakımından mescit hükmündedir. Keza mescitlerin "Fina-i mescit" denilen etrafı, yani kendilerine bitişik olup aralarında yol bulunmayan sahaları da imama iktida hususunda mescit hükmündedir. Bu itibarla, saflar adı geçen yerlere kadar uzanmasa bile, buralardan imama iktida sahihtir.
38 - Cami içinde saflar dolmadan, Müezzin yanından, yani arkadan imama uymak caiz midir?
Cami içinde ön taraflarda boşluk varken, zaru-ret bulunmadıkca gerilerden imama uymak caiz ise de mekruhtur.
39 - Camide özel bir yeri sahiplenmek, seccade sermek doğru mudur?
Bir kimsenin cami ve mescitlerde kendisi için özel bir yer tayin ve tahsis ederek namazları daima orada kılması mekruhtur.
40 - Helal olmayan bir para ile yapılan camide ibadet makbul müdür?
Dinen haram olan işleri yapmak suretiyle elde editen kazancın, karşılığında sevap beklemeden (köprü, çeşme yol ... gibi yerlere sarfedilerek) elden çıkarılması gerekir. Bu tür kazançların cami ve mescid gibi mukaddesatla ilgili yerlere sarfı İslam bilginlerince mekruh görülmüştür. Ancak meşru yoldan elde edilmeyen para ile cami Yapıt-digi takdirde bu camide namaz Kılınır, kılınan namazların İadesi gerekmez.
41 - İşyerinde namaz kılmak için İşverenin izni şart mıdır?
Müslüman bir işçinin Çalıştığı yerde namaz kılması için iş Disiplini ve düzeni açısından İşverenin veya amirinin iznini Alması uygun olur. Yine aynı şekilde İşverenin veya iş yerinde sorumluluk alan kimsenin Müslüman işçi çalıştırması halinde onların günlük dini görevi olan namazlarını kılabilme imkanını sağlaması gerekir.
İşçinin mesaisini su-i istimal etmemesi kaydıyla İşveren bilhassa farz ve vacip namazların kılınmasından işçisini men edemez. Çünkü Allah\'a isyan konusunda mahluka itaat yoktur. Aksi halde işçinin, ibadetini yapabileceği başka bir iş bulması gerekir.
42 - Secde ayeti okununca hemen secde etmek şart mıdır?
Kur\'an-ı Kerim\'de 14 secde ayeti vardır. Bunlar-dan birini okuyan veya işiten onu Mükellefin secde etmesi ICAP eder. Namaz dışında secde ayeti okunur-Okunmaz hemen secde edilmesi vacip değildir. Daha sonra müsait bir zamanda yapılabilir. Ancak, zaruret bulunmadıkça tehir edilmemesi uygun olur.
Namazda okunduğu takdirde ise, secde ayetin-den sonra, üç ayetten daha çok okunacaksa, hemen secde edilir ve kıyama kalkıp kıraate devam edilir. Secde ayetinden sonra, ancak üç ayet veya daha az ise Okunacak Namazda yapacağı Rükû \'ve secde ile tilavet Secdesi de yerine getirilmiş olur; ayrıca secde gerekmez.
43 - Namaz esnasında alın secdede iken, ayakların yere değmesi nasıl olmalıdır?
Bir Hadis-i şerifte "yüz (alın) iki eller, iki dizler ve iki ayak uçları olmak üzere yedi aza üzerine secde etmekle emrolundum" buyrulmuştur. Bu itibarla namaz kılan kişi secdede alnını burnunu, iki ayagini ve iki eli ile iki dizini yere veya yere bitişik bir şey üzerine koyar. İki ayağın veya en az bir ayağın parmakları yere konulmadıkça secde sahih olmaz.
44 - Namazda secde edilen yer ayağın bastığı yerden ne kadar yüksek olursa secde sahih olmaz?
Secde edilen yerle namaza durulan yerin aynı
yükseklikte olması asıldır. Secde edilen yerin yüksekliği, ayak Basilan yerden, iki parmak (yaklaşık 23 cm) \'1 an daha yüksek olmamalıdır. Secde yeri daha fazla yükseklikte olursa, secde sahih olmaz.
Cemaatin kalabalık olması nedeniyle arka safta bulunanlar, ön saftakilerin Sırtına secde ederek namaz kılmaya mecbur kalırlarsa; (secde eden ve Sırtında secde edilen kimseler aynı namazı cemaatle kılmış olmak şartı ile) yüksekliğe Itibar edilmez; secde ve namaz sahihtir.
45 - Kadınlar başı açık namaz kılabilirler mi? Cuma namazı kılabilirler mi?
a) Kadınların el, yüz ve ayakları hariç bütün uzuvları avrettir. Yani örtülmesi farzdır. Bu itibarla kadınların baş açık namaz kılmaları caiz değildir.
b) Kadınlara cuma namazı farz değildir. Bunun-la beraber camiye gidip cemaatle cuma namazını kılarlarsa, o vaktin farzını eda etmiş olurlar. Bu takdirde o günün Öğle namazını kılmaları gerekmez.
46 - Kadının imameti caiz midir?
Kadının kadına imameti caiz, fakat mekruhtur. Eğer kadınlar kendi aralarında cemaatle namaz kılacak olurlarsa, imam olacak kadın, erkekler gibi öne geçmez. Safin arasında durur. Öne geçmesi mekruhtur.
47 - Bir hanım namaz kıldıktan sonra Saçını açarsa abdesti bozulur mu?
Gerek namazdan önce, gerek namazdan sonra, bir hanımın başını veya başka bir uzvunu açması ile abdesti bozulmaz. Başı ve örtülü olması gereken diğer uzuvları örtülü olarak kıldığı namazı sahihtir. Ancak, hanımların, namaz dışında da (el, ayak ve yüz hariç) dinen kapalı bulunması gereken uzuvlarını, aralarında evlilik caiz olan yabancı erkekter yanında açık bulundurmaları haramdır.
48 - Müslüman bir kadın pantolon giyebilir mi? Bununla namaz kılabilir mi?
Namaz için özel bir kıyafet yoktur. Tesettürü saglayan teni gösterecek derecede ince, şeffaf ve vücut hatlarını belirtecek dar olmayan her temiz elbise ile namaz kılmak caizdir derecede.
Bu itibarla dar olmayan pantolon veya herhangi bir elbise ile hanımların namaz kılmasında dinen bir sakınca yoktur. Ancak hanımların, hanımlara mahsus kıyafetleri, erkeklerin de kendilerine mahsus giyim ve kıyafet şekillerini tercih etmeleri gerekir.
49 - Erkeklerin kendilerini göreceği yerlerde,
kadınların namaz kılarken kıyamı terketmeleri yani namazı oturarak kılmaları caiz midir?
Farz namazlarda kıyam, namazın farzlarındandır. "Erkekler görüyor" gerekçesiyle hanımların farz olan kıyamı Terkedip, oturarak namaz kılmaları caiz değildir.
50 - Kadınların vakit namazlarında camiye gitmeleri caiz midir?
Kadınların namazlarını evlerinde kılmaları Efdal ise de; namaz vakitlerinde mescide giderek, kendilerine ayrılan bölümlerde namazlarını kılmalarında vaaz ve nasihat dinlemelerinde dinen bir sakınca yoktur.